30 Ekim 2025 Perşembe

Denetim vs Aynalar


Dünyadaki birçok kavramın aynanın işleyişine göre farkında olmadan şekil aldığını düşünüyorum. 


İnsan aynaya neden bakar, kendini görmek için. Üstüm başım düzgün mü, temiz mi, derli toplu muyum görmek istersin. Kendi kabul kriterin ne ise, ona yaklaşıp yaklaşmadığına bakar, yaklaşmadınsa faaliyete geçersin. Bu bir kalite bakış açısı dahilinde bir tavırdır, aslında. 


Burada belgelendirme sistemleri aklıma geliyor. Gıda firmalarında, birçok diğer alanda faliyet gösteren firmada olduğu gibi, ölçmek istediğiniz alana göre, geçer kriterleri belirleyen belgelendirme sistemleri bulunur. Kaideler bellidir. Bu kaidelerin ‘sizin üretiminize göre’ önemli kısımları, kontrol noktaları ve sıklıkları belirlenir. İlk belgeyi alırsınız ve devamında belirli periyotlarda da bu kaideler, konusunda bilirkişi olan kişi/ler tarafından uygunluğunuzun devamlılığı, kanıtları ile kontrol edilir. 


Hedef nedir? Niyet nedir? 


Belirlenmiş bir yolda yürümenin keyfiyet, nasıllık kısmını belirlemek, bu keyfiyet pattern’nı / deseni ile yürümek, yer yer saptığında da ne kadar saptığının sana söylenmesi ve bunları düzeltmek. 


Tanıdık mı, güzel. 


Enteresandır ki bu işlemler para karşılığı yapıldığı halde ve para karşılığı yapıldığı için, denetlenen firma kendisinin eleştirilmesini ama o kadar da eleştirilmemesini, o kadar da uygunsuzluk tesbitinin yapılmamasını ister. Çünkü derecesi/sınıfı düşebilir. Bu belgeyi isteyen ülkeler de düşük dereceli bir şirkete satış yapmayabilir ve neticede para kazancı düşer. Haliyle, ‘beni eleştir ama minik minik’ der firma çaktırmadan. Çok bedel ödemek, çok değişmek istemez. 


Halbuki bunun için kurulmuştur bu ilişki, bu denetleme mekanizması, bu gerçeklerle yüzleşme sistemi. Baştan herkes biliyordur. 


Ancak siz, size para ödenen bir kurum olarak, aşırı dikkatli ve teferruatlı bir şekilde denetlerseniz müşterinizi (!), müşteriniz sizinle seneye yapılacak denetimde çalışmaz. Başka denetçi ister veya başka firmaya geçer. Bilmem ne hanım gelmesin, denir. Bu, firmanın ‘beni eleştir ama minik minik’ deme şeklidir. 


Çünkü bazı aynalar sevilmez, şişman gösteriyordur, ‘ben böyle miyim canım’dır. Değilsindir, ayna bozuktur.


Tanıdık geldi mi 2? 


Niyetler, maksatlar nedir? Amaçlar, hedefler nedir? 


Bazı denetçiler ise bunu tüm sistemin iyi işlemesi için yapar, para ilişkisi yoktur. Denetçi sana ayna olur ve para almadan söyler sana nerelerde eksik, nerelerde fazlalık olduğunu. 


Para alan, müşteri kaybetmemek için az eleştirirken; para almayan faydası devam etsin diye az eleştirir. 


Niyetler halis midir? Maksattan şaşılmış mıdır? 


Yeri gelmişken, bu yazıyı okuyan herkes için şu dua ile bitirmiş olalım; 


“Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın.”





**Âl-i İmrân Suresi / 8. Ayet**


Amin.

Araf 9

 > Araf 9: 9. Kimin (sevap) tartıları hafif gelirse, işte onlar da âyetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır.


Ayetlere haksızlık etmek. 


Sen islam üzere olduğunu söylüyorsan, islamın da hakkını korumalısın. Pısırıklık, sinmek, edilgen kalmak. Bunlar islam ile bağdaşmıyor. Bu yüzden müslüman faaldir. Çünkü görevlidir. Güvenlik görevlisi, security. 


Allah sana, müslümanlığı kabul etmenle beraber bir görev veriyor. O şirketin çalışanı oluyorsun ve sana ayetlerini emanet ediyor. Karşısına o ayetlerin hakkına girecek kişiler çıkıyor. Haliyle naparsın, bir satışçı /üretimci/ argeci farketmez önce ürünleri tanır, işleyişi öğrenir, teknik olarak. Sonra ihtiyaca göre satar/üretir/ kullanır. Sen de önce manaları anlayıp gerekli gördüğün yerlerde bunu paylaşacaksın, ihtiyaca göre. Tavrınla paylaşacaksın evvela. Tavrın bir ayet olacak. Gerekli yerlerde de savaşacaksın ki sana emanet edilen ayetlerin hakkına girmeyesin, Allah korusun. 


Kendini bindiğin dalı keserek, bu birliğin güveni bozan güvenlik elemanı olarak, verilen fırsatı teperek ziyana sokuyor olabilirsin. Allah korusun.

İsraf

Link: https://www.youtube.com/watch?v=7OY_G1CE8xE

Instagram’da gördüğüm, konuşma esnasında çekilen MR görüntüsü var bu videoda. 

Biz, yapmamızı istediklerinizi sistematik olarak yapsak, bu tam manasıyla bizlerde, yani uzuvlarınızda hal olarak açığa çıksa; hepimiz aracılığıyla konuşmak istedikleriniz ortaya çıkacak ama, biz hiç konuşamıyor, konuşur gibi olup peltekleşiyor, harfler arasında manasız boşluklar bırakıyor, nokta virgül kullanmayı bilmiyoruz. 

Ortaya ne olduğu belli olmayan cümleler, işler çıkıyor. Sizi %5 belki yansıtmış oluyoruz. Haliyle organınız olamıyor, tüm işi beynin yapmasını bekliyoruz. Siz birimizi yanak, birimizi dil, birimizi burun ve hatta boşaltma maksadıyla bambaşka bir organ yapacaksınız belki de ve bu maksatla da farklı şeyler yaşatıyorsunuz. Ama biz bırakın yaşattıklarınızdan kamil bir burun olmayı, önce dudak olmaya özeniyor, isyan ediyor, ne hedef olan burun oluyor ne de özendiğimiz dudak oluyoruz. 

Bu da bir çeşit israf. 

Hem kendimizi, hem emeklerinizi israf etmek. Işığı açıp, kitaptan bir cümle okuyup, laklak edip, belki bir cümle daha okumaya benziyor.



İman

 



Hep düşünürdüm, neden hak tarafının sayısı az, neden düzgün insanlar abuk subuk tiplerle ve işlerle uğraşıyor ve muvaffak da olamıyor. 


Mesele iki parametre barındırıyormuş; inanmak, iman ve tarafını belli etmek. 


Hak tarafta hep teknik imkansızlık hep zorluk hep şeytani kısımla uğraşma var ve akılla bakacak olursak kazanması mümkün değil. Yeterli veri yok akıl tarafında kazanmak için. 


Ama mesele zaten sadece akılla bakmamak. Akılsız olalım demek değil bu, evet akıl önemli ama tek kıstas değil. Hele ki kendi aklın tekmiş gibi davranmak, sadece kendi aklınla bakmak, esas aklı, külli aklı saymamak, esas oyun kurucuyu atlamak demek, Allah korusun. 


İman da burada devreye giriyor. 


Evet teknik olarak ve kendi aklımızla bu durumda kazanmak mümkün değil. Ama inanırsak, iman edersek; neye, Allah'ın aklının daha yüce olduguna, oyunu zaten onun kurduğuna, o zaman kazanırsın. Fikren kesin kazanırsın. Faaliyette kazanmayabilirsin de bu arada, ama diğer parametre olan tarafını belli edersin. Yangın sönmese de su taşımış olursun. 


Ne kadar zor ne kadar imkansız olursa o mevzu, o derece iman dereceni artırma lütfudur bu. Ne kazar zor, o kadar iman etmeye meyletmek, o kadar Allah’a konuyu bırakmak , o kadar netice ne olursa olsun iyi olacağına inanmak. 


Neticede, neticeden sorumlu değiliz, vetireden sorumluyuz. Adımı doğru tarafa atmaktan ve netice gelene kadar gayret etmekten, suyu taşımaktan sorumluyuz. Yangını söndürecekse Allah söndürecek, sen değil. Ne münasebet zaten. 


İnanmanı sağlayacak dünyevi veri, eminlik noksanlığıdır aslında. Yokluk olan bir varlık örneği. 


Belki yokluğun en büyük kazancı budur? Emin olmanı, iman etmeni sağlamak? Buna ortam, olanak sağlamak? Olamaz mı, olabilir. 


Selametle,

İner Misin, Çıkar Mısın?



“Kavuşmanın tadını bana bir kez tattırdın


Sana tâ derinlerden duyduğum aşkımı kat kat artırdın.” ( İlahi Aşk - Muhyiddin İbn Arabi)


Miraç. 


Kâbe kavseyn.


Yani birkaç kere çıkılmış inilmiş. 


Miraç olmuş, görülmüş, inilmiş. 


Miraç için; sevmiş, iman etmiş, görmeden göreceğine inanmış, inandığı için görmüş. 


Şahitlik bu imanı artırmış, iman artması, da aşkını artırmış. 


Emin olmuş, şüphesi kalmamış. Şüphe kalmadıkça olduğu gibi, perdesiz görmüş, görünce güzellik net görünmüş. Haliyle netice aşık olmaktan başka ne olabilirdi?


171122