7 Kasım 2025 Cuma

Zalim Kader


Son dönemde yaşadığım bir olay anlasilmak ve bilinmek isteği ile ilgili bir yazı isteği doğurdu bende.


Bir yakınım bana uygun oldugunu düşündüğü birisi ile tanışmamı istedi. Güvendiğim biri olması hasebiyle de bunda bir mahal görmedim.

Tanışmaya varmadan ne kadar alakasız iki kişi olduğumuzu zaten farketmistim.

Sonra düşündüm, kendimi nasıl izah etmistim ki bu garip eşleşme birileri için mükemmel olarak nitelendirilmisti. Veya ben iyi izah etmistim de herkes kapasitesince algıladığı için hayatı ve insanları bu noktaya gelmiştik belki de.

Kendini farklı mecralarda baya ifade eden biri olarak dedim ki sonra, bu karşı taraf ile alakalı olsa gerek. Beni, eylemlerimi, yasantimi bilmelerine rağmen demek ki karşı tarafın filtresi çok delikti. Benim ince dokudugum konular o geniş deliklerden langır lungur geçmişti.

Belki de insan, Allah'ın bilinmek istemesiyle benzer şekilde bilinmek istiyordu. Önce bilinmek sonra anlasilmak. Kalpleri bu ferahlatiyor olabilirdi. Anlaşılmamak da o denli insanı yalnızlığa sürüklüyordu. Izahtan sıkılmaya, denklik için dua etmeye.

İnsan bu tabi boş boş durmuyordu. Hala yaşamaya, görmeye ve gelişmeye devam ediyordu da filtreleri iyice inceliyordu haliyle. Aynı İstanbul'a hizmet veriyorsun veriyorsun da nüfus artıyor ve hizmet yeterli gelmiyor ya. Onun gibi biseydi bu. Altyapı meselesiydi, üzerine biseyler koymakla ve öngörülü bir şekilde koymakla alakalıydı.

İnsan ilişkileri de bu misal. Sen durmazken birileri duruyordu ve herkes kendini bir yerde zannediyordu.

Bu da kendini tanımanın, tarafsız bir şekilde kendini ölçüp hayatta nerede durdugunun ne kadar önemli olduğuna getiriyordu konuyu.

Cem Yılmaz da bir söyleşisinde bunu dile getirmişti. Filmlerindeki bir karakterin işleri yolunda gitmiyordu da, hayatı bu kadar sarsak bir şekilde ele almanın neticesi olarak bunları yaşadığını vurguluyordu.

Hayatı sarsak şekilde ele almak. Çok güzel ifade 

Sonra gelsin "Zalim kader, ben ne ettim eyledim de bu oldu." zırvaları. Cok alakasız yerlerde oyalandigin için olabilir mi:)

Benim örnekte de bir öneriyi ciddiye alırken öneriyi verenin kim olduğunu, sadece iyi insan olmasının yeterli olmadığını önemsemem gerektiğini çok net bir şekilde idrak etmiş oldum.

Kaderde orada burada bir sorun yok.
Sen olayi kapsamlı görmüyorsun. Yanlış seçim yapiyorsun. Bunu alakasız donelerle destekliyorsun, e matematik düz. 2+2=4 olunca da ben 7 istiyordum diyorsun :)

Hepsi bu.

5 Kasım 2025 Çarşamba

Self-Sabotage (Kendini Baltalamak)

 




Son dönemde hayat öyle şeyler gösterdi ki bana, bazı noktalarda emin gibiyim artık. 


Çok şikayetçi insanlar görüyorum bir süredir ve bu yaklaşım beni çok yormaya başladı. Elbette hayatta zor şeyler olacak ve arada şikayet veya illallah dediğimiz yerler olacak ama daim surette bu yaklaşımın kişiyi baltaladığını düşünüyorum. 


Hep iş kötü gidiyor olamaz, sen şahanesin ve hep yanlış kadınlar sana denk geliyor olamaz, hep kandırılıyor olamazsın. 


Örnekler çoğalabilir, demek istediğim, hayat aslında sana hazır lokma olarak gelmiyor. Bir şeyler geliyor, sen onları kendinle yoğurup bir tepki veriyorsun ve bu tepkiler bir sonuç doğuruyor. Bu sonuçlar da hoşuna giden veya gitmeyen şekilde olabiliyor. 


Hoşuna gitmeyen sonuçlardan şikayet eden kişilere baktığımda daimi gördüğüm, bu kişilerin tepkilerindeki anlamsızlık, yanlış ifadeler, şuursuzluk, kendi bakış açısının etkisiyle ters teptirecek şekilde ifadeler. 


Misal, hep yanlış kadın geldiğini veya negatif bir bağlam ile tüm kadınların aynı olduğunu söyleyen kişinin; davranışlarına dikkat etmeyen, özensiz davranan, kalp kıran, sevgisini göstermeyen, sadece kendisini düşünen ama tam aksini olduğunu "zanneden" veya işine tam aksi gibi olduğunu düşünmek gelen bir adam olduğunu söylememe gerek var mı? Bu davranışların sana karşılığı elbette ortak bir şekilde aynı tepkiler olacaktır ve bunun Havva'dan itibaren hiçbir kadınla ilgisi yoktur :) 


İş ortamında yöneticisinin garip davranışlarına maruz kalan kişinin, yöneticinin psikopat olmadığı senaryoda, aslında işlerde tutarsız davranan ve süreklilik konusunda güveni sarsan birisi olması aslında o  yöneticiyi bu uyarılar silsilesine itebiliyor. 


Muhakkak ki çok bağlam var, ama demek istediğim sorumluluk almak. 


Sana hiçbir şey hazır lokma olarak gelmeyecek ve sen ne ekersen gerçekten onu biçeceksin. Ve hoşuna gitmeyen sonuçların muhakkak ki az veya çok yüzdede senle alakası var. Bu bakış açısına sahip olan, bu sorumluluğu alan işte tam olarak aşağıdaki ayeti doğrular nitelikte davranıyor demektir. 


 قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ     

(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize 

acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.



3 Kasım 2025 Pazartesi

Şahsi Fonksiyonumuz ve Esma Terkibi

Geçenlerde Instagram’da gezerken böyle bir gönderiye denk geldim. Adamın fotoğrafı ve bu fotonun denklemlerle çizimini ifade eden bir görsel. 

Aynı kavramlar arasında çok geziyorum. Her bilgi, veri genelde aynı yerlere bağlanıyor. Kaynak tek çünkü. Zaten söylenmiş sözlerin, ayetlerin örnekleri oluyor. Bu gerçekler her şeyle anlatıldı Şevket hoca gibi. Yetmedi hayat da her yerden aynı şeyi anlatıyor. Burada da aklıma hepimizin, bizi tanımlayan bir fonksiyon terkibi olduğu geldi. Hatta tek de değil, bir fonksiyonlar bütünlüğü. Birkaç denklemden oluşan. Aynı yukarda olduğu gibi. İsmi-i Azam gibi, herkesin kendine has ismi-i azamı. 

Bunlar senin resmini oluşturmak için hazırda bekliyorlar. Sana düşen, her bir denklem için x değerleri koymak ve y değerleri elde etmek. Ancak sen x yerine olmadık rakamlar koyuyorsun, resmin tam manasıyla oluşamıyor. Kaşın yukarı kayıyor, bir gözün büyükken diğeri ufalıyor, ağzın çarpılıyor. Tövbe estağfirullah, sonra sana “Senin yüzüne ne olmuş, böyle tövbe estagfirullah bişey olmuş.” diyorlar Gora filmindeki gibi. Tövbe estagfirullah tabi. Refleksle ağızdan çıksa da tövbeye sevk etmesi bakımından çok doğru bir tepki. 

Diyorsun ki, ben ilk denklemime 5 koyamam, hak etmiyorum ki 5’i. Veyahut diyorsun ki, 2. denklemim kesinlikle x=100 iken şahane olacak. Halbuki çok fazla. 2. denkleminde itidali 65 ile yakalayacaksın. Bunlar misal elbette. Denklemlerinin ne olduğunu da, her birine hangi x değerlerini koyacağını da sen bulacaksın. Temel hedefin dengede olmak olacak. İtidali hedefleyeceksin ki, en güzel halin ortaya çıksın. Burada doğru yanlış yok. Senin burnun diğerlerinden büyük olabilir. Diğerinin de gözü küçüktür. Ancak senin gözün x=5 ile en kamil haline ulaşırken, diğerinin gözü x=28 gerektiriyor olabilir. Deme o neden 28 kullanıyor da ben 5 diye. Denkleminle kavga etme, razı ol. X değerlerini atarken, koyarken yeter ki korku ve isteklerine göre koyma. İtidalde olarak x değeri ata denklemine. 

Burada Efendi’nin sana şahsen söyledikleri (ki ne büyük lütuf, açıkça senin x değerin söyleniyor sana), lütfedilen görevler, görev verilmese dahi hayat içinde farklı koşullara koyulman, değişik ortamların yaşatılması, sanki doğru x değerini gör diye. Açıkça denmeyecek belki, 1. denkleminde x=18, 2. denkleminde x=21 olsun diye. Ama sanma ki girdiğin ortamlara sen tesadüfen giriyorsun. Bak bakalım burada denklemlerinin ne olduğu veya x değerlerinle alakalı neler görebilirsin. 

Çekiniyorsun ya bazen, ben burada yapamam, 3. denklemime x=2 koymaya alışkınım. Ama sana aslında deniyor ki, “korkma, burada x=11 koyman gerekecek ve koyabildiğini de göreceksin. “

Burada esas mesele bence büyük resmin ne olduğu ve nasıl çıkacağı. Ben kendi resmimi kemalata ulaştırsam, hepimiz ulaştırsak, nihayetinde nereye varacağız, neyi seyredeceğiz? Birimiz kolu, birimiz ayağı, birimiz kafayı mı oluşturuyor? Veya bambaşka türlü bir iskelet yapı mı var?

Lakin oraya varmadan evvel, kendi denklemlerimizle ilgilenmek edep bakımından doğru geliyor bana. İlaveten denklemlerimizde sürekli başa dönmeyi sonlandırmak iyi bir başlangıç olabilir. 1. denklemimde kemalatı bulduysam, 2. denklemim ile ilgilenirken 1’i yeniden eski dengesiz hale getirmeyeyim. Bu şuna benziyor; elimde bir top çevirmeye başlıyorum (1. denklemle ilgileniyorum), tamam oldu, şimdi diğer elimde diğer topu çeviriyorum (2. denklem), böyle böyle sağlam bir cambaz olmayı öğreniyorum aslında. 

Yok ben cambaz olmam, kime neyi çevireceğini söylerim mi diyorsun, tamam, oraya da önce bu top çevirmelerden gideceksin gibi görünüyor. Ben verilen her topu, tüm uzuvlarımda, istenilen her türde çevirmeyi hallettim, dengem de bozulmadı, bu esnada ipte uçurumun üstünde yürüdüm, arada düşeyim diye ok attılar, top attılar, yine de düşmedim, düşeyazdım da topladım, ayağım ipten ayrılmadı diyorsan, tamam, icazetin verilsin, şimdi sen söyle kim nerede, ne zaman, nasıl top çevirsin; hatta söze dökmene bile gerek yok, oyununu kur, herkes kendi denklemiyle bir köşede ilgilensin, herkes bir köşede top çevirsin o oyunda. Biri bir köşede tek top, diğeri duvar kenarında 5 top çevirirken, birileri de birbirlerine atarak çoklu bir top çevirme yapacak. Basketbol oynar gibi. İletişimi kurabilenler paslaşabilecek, kuramayanlar, sahanın dışına topu kaçırıp duracak. Hatta ekip kendini tanır, o basket takımında doğru rolü bulur (oyun kurucu mu, pivot mu vb), antrenmanlarını kaçırmaz (irade oluşumu) ve düzgün de iletişim kurar, paslaşırsa o maçı o takım alır, alamazsa bile güzel bir oyun çıkarır, tarafı belli olur. 

Bedavaya, yani hak etmeden kime ne yapacağını söylemek ancak hadsiz ve edepsiz ortamlarda veya kişilik yapısında olur ki, bunun da şeriatta yeri yok gibi görünüyor. Şeriat ki seni, içinde bulunduğun toplumu dengeye getiren kurallar ve uygulamalar bütünü çünkü. 

Burada denklemlerinde itidali bulma kısmında esma terkibine değinmeden geçmek olmaz gibi geliyor bana. Esma terkibi bir antrenman gibi. Bacağı kuvvetsiz olanın kuvvetlendirmek için yürüyüşe başlaması gibi. Anlamak güç elbette. Allah alakadar olanlara kolaylık versin, kendi esmasının ayetleri sana nasıl bir antrenman programı sunuyor anlamak için. Nerem kuvvetsizmiş de kuvvetlendirmem gerekir veyahut nerem aşırı kuvvetli de biraz çalıştırmayı bırakmam gerekir. Sonra da uygulamak, amel etmek için Allah bir kolaylık daha versin. 2 kademeli keza. 

Bu esnada da yukarda dediğimiz gibi bol bol tövbe estagfirullah, evvela kendimize. İtidale gelmek için evvela istiğfar etmek maksatlı. Allah affetsin, tipimiz kaymış, geziyoruz öyle.

Selametle.

30 Ekim 2025 Perşembe

Denetim vs Aynalar


Dünyadaki birçok kavramın aynanın işleyişine göre farkında olmadan şekil aldığını düşünüyorum. 


İnsan aynaya neden bakar, kendini görmek için. Üstüm başım düzgün mü, temiz mi, derli toplu muyum görmek istersin. Kendi kabul kriterin ne ise, ona yaklaşıp yaklaşmadığına bakar, yaklaşmadınsa faaliyete geçersin. Bu bir kalite bakış açısı dahilinde bir tavırdır, aslında. 


Burada belgelendirme sistemleri aklıma geliyor. Gıda firmalarında, birçok diğer alanda faliyet gösteren firmada olduğu gibi, ölçmek istediğiniz alana göre, geçer kriterleri belirleyen belgelendirme sistemleri bulunur. Kaideler bellidir. Bu kaidelerin ‘sizin üretiminize göre’ önemli kısımları, kontrol noktaları ve sıklıkları belirlenir. İlk belgeyi alırsınız ve devamında belirli periyotlarda da bu kaideler, konusunda bilirkişi olan kişi/ler tarafından uygunluğunuzun devamlılığı, kanıtları ile kontrol edilir. 


Hedef nedir? Niyet nedir? 


Belirlenmiş bir yolda yürümenin keyfiyet, nasıllık kısmını belirlemek, bu keyfiyet pattern’nı / deseni ile yürümek, yer yer saptığında da ne kadar saptığının sana söylenmesi ve bunları düzeltmek. 


Tanıdık mı, güzel. 


Enteresandır ki bu işlemler para karşılığı yapıldığı halde ve para karşılığı yapıldığı için, denetlenen firma kendisinin eleştirilmesini ama o kadar da eleştirilmemesini, o kadar da uygunsuzluk tesbitinin yapılmamasını ister. Çünkü derecesi/sınıfı düşebilir. Bu belgeyi isteyen ülkeler de düşük dereceli bir şirkete satış yapmayabilir ve neticede para kazancı düşer. Haliyle, ‘beni eleştir ama minik minik’ der firma çaktırmadan. Çok bedel ödemek, çok değişmek istemez. 


Halbuki bunun için kurulmuştur bu ilişki, bu denetleme mekanizması, bu gerçeklerle yüzleşme sistemi. Baştan herkes biliyordur. 


Ancak siz, size para ödenen bir kurum olarak, aşırı dikkatli ve teferruatlı bir şekilde denetlerseniz müşterinizi (!), müşteriniz sizinle seneye yapılacak denetimde çalışmaz. Başka denetçi ister veya başka firmaya geçer. Bilmem ne hanım gelmesin, denir. Bu, firmanın ‘beni eleştir ama minik minik’ deme şeklidir. 


Çünkü bazı aynalar sevilmez, şişman gösteriyordur, ‘ben böyle miyim canım’dır. Değilsindir, ayna bozuktur.


Tanıdık geldi mi 2? 


Niyetler, maksatlar nedir? Amaçlar, hedefler nedir? 


Bazı denetçiler ise bunu tüm sistemin iyi işlemesi için yapar, para ilişkisi yoktur. Denetçi sana ayna olur ve para almadan söyler sana nerelerde eksik, nerelerde fazlalık olduğunu. 


Para alan, müşteri kaybetmemek için az eleştirirken; para almayan faydası devam etsin diye az eleştirir. 


Niyetler halis midir? Maksattan şaşılmış mıdır? 


Yeri gelmişken, bu yazıyı okuyan herkes için şu dua ile bitirmiş olalım; 


“Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın.”





**Âl-i İmrân Suresi / 8. Ayet**


Amin.

Araf 9

 > Araf 9: 9. Kimin (sevap) tartıları hafif gelirse, işte onlar da âyetlerimize haksızlık etmelerinden ötürü kendilerini ziyana sokanlardır.


Ayetlere haksızlık etmek. 


Sen islam üzere olduğunu söylüyorsan, islamın da hakkını korumalısın. Pısırıklık, sinmek, edilgen kalmak. Bunlar islam ile bağdaşmıyor. Bu yüzden müslüman faaldir. Çünkü görevlidir. Güvenlik görevlisi, security. 


Allah sana, müslümanlığı kabul etmenle beraber bir görev veriyor. O şirketin çalışanı oluyorsun ve sana ayetlerini emanet ediyor. Karşısına o ayetlerin hakkına girecek kişiler çıkıyor. Haliyle naparsın, bir satışçı /üretimci/ argeci farketmez önce ürünleri tanır, işleyişi öğrenir, teknik olarak. Sonra ihtiyaca göre satar/üretir/ kullanır. Sen de önce manaları anlayıp gerekli gördüğün yerlerde bunu paylaşacaksın, ihtiyaca göre. Tavrınla paylaşacaksın evvela. Tavrın bir ayet olacak. Gerekli yerlerde de savaşacaksın ki sana emanet edilen ayetlerin hakkına girmeyesin, Allah korusun. 


Kendini bindiğin dalı keserek, bu birliğin güveni bozan güvenlik elemanı olarak, verilen fırsatı teperek ziyana sokuyor olabilirsin. Allah korusun.

İsraf

Link: https://www.youtube.com/watch?v=7OY_G1CE8xE

Instagram’da gördüğüm, konuşma esnasında çekilen MR görüntüsü var bu videoda. 

Biz, yapmamızı istediklerinizi sistematik olarak yapsak, bu tam manasıyla bizlerde, yani uzuvlarınızda hal olarak açığa çıksa; hepimiz aracılığıyla konuşmak istedikleriniz ortaya çıkacak ama, biz hiç konuşamıyor, konuşur gibi olup peltekleşiyor, harfler arasında manasız boşluklar bırakıyor, nokta virgül kullanmayı bilmiyoruz. 

Ortaya ne olduğu belli olmayan cümleler, işler çıkıyor. Sizi %5 belki yansıtmış oluyoruz. Haliyle organınız olamıyor, tüm işi beynin yapmasını bekliyoruz. Siz birimizi yanak, birimizi dil, birimizi burun ve hatta boşaltma maksadıyla bambaşka bir organ yapacaksınız belki de ve bu maksatla da farklı şeyler yaşatıyorsunuz. Ama biz bırakın yaşattıklarınızdan kamil bir burun olmayı, önce dudak olmaya özeniyor, isyan ediyor, ne hedef olan burun oluyor ne de özendiğimiz dudak oluyoruz. 

Bu da bir çeşit israf. 

Hem kendimizi, hem emeklerinizi israf etmek. Işığı açıp, kitaptan bir cümle okuyup, laklak edip, belki bir cümle daha okumaya benziyor.



İman

 



Hep düşünürdüm, neden hak tarafının sayısı az, neden düzgün insanlar abuk subuk tiplerle ve işlerle uğraşıyor ve muvaffak da olamıyor. 


Mesele iki parametre barındırıyormuş; inanmak, iman ve tarafını belli etmek. 


Hak tarafta hep teknik imkansızlık hep zorluk hep şeytani kısımla uğraşma var ve akılla bakacak olursak kazanması mümkün değil. Yeterli veri yok akıl tarafında kazanmak için. 


Ama mesele zaten sadece akılla bakmamak. Akılsız olalım demek değil bu, evet akıl önemli ama tek kıstas değil. Hele ki kendi aklın tekmiş gibi davranmak, sadece kendi aklınla bakmak, esas aklı, külli aklı saymamak, esas oyun kurucuyu atlamak demek, Allah korusun. 


İman da burada devreye giriyor. 


Evet teknik olarak ve kendi aklımızla bu durumda kazanmak mümkün değil. Ama inanırsak, iman edersek; neye, Allah'ın aklının daha yüce olduguna, oyunu zaten onun kurduğuna, o zaman kazanırsın. Fikren kesin kazanırsın. Faaliyette kazanmayabilirsin de bu arada, ama diğer parametre olan tarafını belli edersin. Yangın sönmese de su taşımış olursun. 


Ne kadar zor ne kadar imkansız olursa o mevzu, o derece iman dereceni artırma lütfudur bu. Ne kazar zor, o kadar iman etmeye meyletmek, o kadar Allah’a konuyu bırakmak , o kadar netice ne olursa olsun iyi olacağına inanmak. 


Neticede, neticeden sorumlu değiliz, vetireden sorumluyuz. Adımı doğru tarafa atmaktan ve netice gelene kadar gayret etmekten, suyu taşımaktan sorumluyuz. Yangını söndürecekse Allah söndürecek, sen değil. Ne münasebet zaten. 


İnanmanı sağlayacak dünyevi veri, eminlik noksanlığıdır aslında. Yokluk olan bir varlık örneği. 


Belki yokluğun en büyük kazancı budur? Emin olmanı, iman etmeni sağlamak? Buna ortam, olanak sağlamak? Olamaz mı, olabilir. 


Selametle,

İner Misin, Çıkar Mısın?



“Kavuşmanın tadını bana bir kez tattırdın


Sana tâ derinlerden duyduğum aşkımı kat kat artırdın.” ( İlahi Aşk - Muhyiddin İbn Arabi)


Miraç. 


Kâbe kavseyn.


Yani birkaç kere çıkılmış inilmiş. 


Miraç olmuş, görülmüş, inilmiş. 


Miraç için; sevmiş, iman etmiş, görmeden göreceğine inanmış, inandığı için görmüş. 


Şahitlik bu imanı artırmış, iman artması, da aşkını artırmış. 


Emin olmuş, şüphesi kalmamış. Şüphe kalmadıkça olduğu gibi, perdesiz görmüş, görünce güzellik net görünmüş. Haliyle netice aşık olmaktan başka ne olabilirdi?


171122